Muhakeme ve Savunma Dokunulmazlığı
Yazan: Admin | 08 Ekim 2018
Muhakeme ve Savunma Dokunulmazlığı

Ceza muhakemesi iddia, savunma ve hüküm üçlüsünün birlikte çabası sonucunda gerçekleşebilir. Bu çabanın içerisinde sadece iki adet taraf vardır, bu taraflar iddia ve savunmadır. İddia ve savunmanın denkliği yargılamanın sağlıklı işlemesi için olmazsa olmazdır. Burada gözetilmesi gereken ilke "Silahların Denkliğidir". Muhakemede savunan ile iddia eden delilleri ile tartışmakta olup bu tartışmanın her açıdan eşit düzlemde yapılması yargılama açısında önem arz etmektedir. Savcının hakimle aynı seviyede avukatınsa üzerinde bulunması yani kürsüde oturması dahi, eşitliğe aykırılık olarak düşünülebilir. Avukat savunma yaparken ayağı kalkması ancak savcının oturak iddia etmesi alışıla gelmiş bir haldir, bu durum dahi muhakemenin şıklığına gölge düşürmektedir. Yargılama çok hassas ve estetik bir süreci içinde barındırır. Her detayın ince ayrıntısına değin düzenlenmesi ve düşünülmesi hakların hak sahiplerine teslimi açısından mühimdir. Savunmak, iddia etmek gibidir, sadece bir iş değildir. TCK 6'da avukatta yargı mensubu olarak tanımlanmış olup, TCK 1'de ifade edilen ceza kanunun amacına hizmet etmektedir. Avukatı yargının dışında adete bir esnaf gibi görmek şüphesiz alışıla gelmiş bir hatadır. Savcının ise hakime denk görülmesi yine aynı tehlikelilikte başka bir hatadır. Toplumda meydana gelen olayların kamu düzeni açısından tartışılması yahut kişi hak ve özgürlükleri açısından tartışılması bu iki süje arasında meydana gelmektedir. Eşitlikleri ise tartışmaya açık olmadan kabul edilmeli en ince detayına kadar düzenlenmeli, adil olan güzel olandır mottosu ile hareket edilip yargı zarafet ile süslenmelidir. Kirchmaan'ın "İlim Olmak Noktasında Hukuk" adlı konferansında üzerinde durduğu mesele çok hakikidir. Bir köylü mahkemeden çıktıktan ve köyüne döndükten sonra, köy ahalisi ile buluşur. Ahali sorar mahkemen nasıl neticelendi? Adamcağız, davayı kaybettim, der. İşte burada hukukun tesis edilmesi noktasında kaybettim değil, haksızdım dedirtmek yahut demek muhakemenin amacına ulaştığını gösterir. Ne yazık ki sadece yargılanan açısından bu sorun bulunur diyemeyiz, yargının süjeleri dahi çoğu zaman bu meseleyi kazanmak veya kaybetmek olarak görebiliyorlar. Yargılama hakkın hak sahibine teslimini hedefler, yargılamanın tek kazananı hakkını alan kimsedir. Pozitif hukukun adil olup olmadığı apayrı bir tartışmadır. Ancak burada üzerinde durulan mesele çok daha başkadır.
            Burada yargılamanın süjelerinin aynı eğitimden geçtiği hukuk adına birbirlerine benzer bilgi ve beceride olduğunu unutmadan süreci işletmeleri, birbirleri üzerinde anlamsız bir baskı kurmaksızın yargılamayı nihayete erdirmeleri hedeftir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
"Hak arama hürriyeti ,
MADDE 36- (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
5237 s. Türk Ceza Kanunu
"İddia ve savunma dokunulmazlığı
Madde 128- (1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

(GEREKÇE)Madde metninde, bir hukuka uygunluk nedeni olan ve Anayasamızda da güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı düzenlenmiştir. Bir talebin resmi bir makama iletilmesi, dilekçe hakkının kullanılması bağlamında hukuka uygun bir davranıştır. Ancak, dilekçe hakkı, dilekçenin içeriğindeki ifadeler açısından başlı başına bir hukuka uygunluk sebebi olarak mütalâa edilemez.
Hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan herkes, toplum barışını bozucu nitelik taşıması dolayısıyla devletten suç işlenmesinin önlenmesini ve suçluların cezalandırılmasını talep hakkına sahiptir. Bir suçun işlendiğini öğrenen bireyin, bununla ilgili olarak yetkili makamlar nezdinde ihbar veya şikâyette bulunma hakkı vardır.
Gerçekleşmiş bir olayla ilgili olarak bu olayın oluşumuna neden olan kişiler de gösterilmek suretiyle ihbar veya şikâyette bulunulması durumunda, hakaret veya iftira suçunun oluştuğundan söz edilemez. Çünkü, burada gerçekleşmiş somut olayla ilgili olarak ihbar veya şikâyette bulunmak şeklinde bir hakkın kullanılması söz konusudur.
İddia ve savunma hakkının, yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde kullanılması mümkündür.
İddia ve savunma hakkının kullanılması bağlamında, kişiler açısından somut isnat ifade eder nitelikte maddî vakıaların ortaya konulması ya da kişilerle ilgili olumsuz değerlendirmelerde bulunulması mümkündür. Bu somut isnatlar veya olumsuz değerlendirmeler, iddia ve savunma hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilememesi durumunda, hakaret ve hatta iftira suçu oluşturur.
İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnadların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut vakıalara dayanması gerekir. Keza, bulunulan somut isnadların veya yapılan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması gerekir; ancak, uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır.
Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut vakıalara dayansa bile, uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz değerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir.
Somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırını aşan hakareti mutazammın yazı ve sözlerin iddia ve savunma hakkı kapsamında mütalâa edilmesi mümkün değildir. Ancak, bu ifadelerin kullanılmasına müsamaha ile bakılabilir. Çünkü, bu gibi durumlarda iddia ve savunmanın sınırı genellikle öfke ve gazabın etkisiyle aşılmaktadır. Aslında öfke ve gazap hâli, kusurluluğun bir unsuru olan irade yeteneğini etkileyen bir faktördür ve bu durum, kişinin işlediği hakaret suçu dolayısıyla kusurunun tespiti bağlamında değerlendirilmelidir.

 

YARGITAY . Ceza Genel Kurulu
E.1998/4-225 K.1998/316 Karar Tarihi: 20.10.1998
"...Karar: Özel Daire çoğunluğu ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanık Zeki tarafından yazılan dilekçede yer alan sözlerin kişilere karşı mı karara karşı mı olduğunun ve yine eleştiri niteliğinde bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Bir fiilin suç oluşturabilmesi için Yasada belirtilen suç tipine uygun olmalı, bir başka hüküm tarafından hukuka uygun hale getirilmemeli ve failde suç kastı bulunmalıdır. Yasal savunma, zaruret hali, mağdurun rızası, hakkın kullanılması ve benzeri haller gibi hukuka uygunluk sebeplerinden, hakaret suçları bakımından hakkın kullanılması kavramı üzerinde durulduğunda; savunma, ihbar ve şikayet, haber verme, eleştiri, terbiye ve gözetim hakları söz konusu olmaktadır.
Hakkın kullanılması olarak kabul edilen savunma hakkı, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesinde; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir." biçiminde düzenlenmiştir.
Görülüyor ki Anayasanın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır.
İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa kavuşması bir başka anlatımla, hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böylle olduğu takdirde Anayasanın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiç bir dolumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur.
Anayasadaki bu düzenlemeye paralel olarak, TCY. nın 486. maddesinde yer alan hükme bakıldığında; maddenin birinci fıkrasında; "Tarafların veya vekil, müdafi, müşavir yahut kanuni mümesillerinin bir dava hakkında kaza mercilerine verdikleri dilekçe, layiha ve sair evrakın yahut yaptıkları iddia ve müdafaaların ihtiva ettiği hakareti mutazammın yazı ve sözlerinden dolayı takibat yapılmaz." hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi, Yasa koyucu burada "savunma dokunulmazlığı" denilen bir hukuka uygunluk sebebine yer vermiş bulunmaktadır.
Ancak, maddenin ikinci fıkrasında; "Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve müdafaa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler yukardaki fıkrahükmünden hariçtir." denilerek, iddia ve savunma hududunun aşıldığı hallerde savunma dokunulmazlığı dışına çıkılmış olunacağı belirtilmektedir. Hakaret suçunda savunma sınırının aşılıp aşılmadığını saptamak için, yazılan yazı ve söylenen sözlerin, savunma konusuyla mantıksal bağlantısını ve savunmaya yararlı bulunup bulunmadığını takdir etmek gerekir. Nitekim, TCK.nun 486. maddesini değiştiren 6123 sayılı Yasaya ilişkin Adalet Komisyonu raporunda; 486. maddede bir dava hakkında mahkemeye verilen evrak ve irat olunan müdafaanın hududu tecavüz edilerek yazılan hakaretlerde mütecavize ceza verilmesi icapettiği mütalaa edilerek maddenin buna göre tadili teklif edilmiştir. Mer'i metinde bir dava esnasında iki taraf veya vekilleri canibinden dava hakkında mahkemeye verilen evrak ve müdafaanın muhtevi olduğu elfazı tahkiriyeden dolayı takibat icra olunamaz şeklindeki hükme karşı teklifte birinci fıkra aynen alınmakla beraber, dava ile ilgili olarak yazılması ve söylenmesi zaruri olmayan hakareti mutazammın yazı ve sözleri birinci fıkra hükmünden istisna edilerek TCK. nun muvacehesinde hakaret suçunu teşkil edeceği kabul edilmiş bulunmaktadır..." denilmektedir. O halde, dava ile ilgili olmayan ve ilgili olsa da dahi iddia ve savunma sınırını aşan hakareti oluşturan yazı ve sözler hakkında TCK. nun 486/1. maddesi uygulanamayacağından, hukuka uygunluk sebebinden diğer bir deyişle "savunma dokunulmazlığı"ndan sözedilemez.
İnceleme konusu olayda; sanık avukatın, borçlu (sanık) L. B. vekili olarak mahkemeye gönderdiği 16.6.1994 tarihli temyiz dilekçesinde; müvekkilinin mahkûmiyetine ilişkin kararı veren katılanı kastederek; "... mahkeme beraat kararı vermesi gerekirken 10 günlük tazyik hapis cezası verdi. İnsan hukukçuluğundan utanıyor. Şu karar yurtdışında basına verilse bizi Afrika Kanunları ile idare ediliyoruz zannederler. Hayret...! İstanbul vilayetindeki bir mahkeme hukukun inceliğini nasıl bilemez, bunu anlamak mümkün değil ve yine eyvah. Bu itiraz süresinde yapılsa, vah efendim sen bir de mal beyanında bulunacaksın diye hapis cezası mı vereceğim, bu hangi kanunda yazılı, hangi mantık ve hukuk anlayışı buna cevaz verir, kanunu iyi okumak gerekir ve anlamak gerekir diye düşünüyoruz..." demek suretiyle, katılanı küçük düşürdüğü açıktır. Dilekçede yer alan bu sözlerin dava ile ilgisi ve yararı yoktur. Savunma hududu aşıldığından, hakareti oluşturan bu sözler nedeniyle sanığın savunma dokunulmazlığından yararlanması olanaklı değildir. Yerel Mahkemenin bu doğrultudaki gerekçeside yasal ve yeterlidir. Bu itibarla; sanık Z.'ye yüklenen suç yasal unsurları ile oluşmuş bulunduğundan, bu sanık ile ilgili direnme kararının onanmasına, Yerel Mahkeme diğer sanık Ş. ile ilgili 2 nolu kabule göre bozma nedenine uyup, öncekinden değişik yeni bir hüküm vermiş bulunduğundan, bu sanık hakkında temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verimelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Başkan ve Üyeleri "temyiz dilekçesinin bütünü nazara alındığında; sanık tarafından yazılan ve hakaret teşkil ettiği iddia olunan sözlerin müşteki Hakime değil, karara karşı eleştiri niteliğinde olduğu Anayasal ve yasal savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığından müsnet suçun oluşmadığı" görüşüyle,
Üye O. Kadri Keskin ise "Mahkeme kararlarının tartışılmayacağı, hakim ve savcıların eleştirilmeyeceği yolunda hiç bir hüküm Anayasa da veya diğer kanunlarda yoktur. Sadece Anayasanın 138. maddesinde mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunun bulunduğu hükme yer almıştır. Ancak, hiç bir mahkeme kararlarının tartışılmayacağı ve hakimlerin eleştirilmeyeceği yazılı değildir. Böyle bir yasaklama yoktur. Şairin dediği gibi "Barika-yı hakikat müsademe-yi efkardan çıkar" (Hakikat ışığı fikirlerin çatışmasından doğar.)
Bu sebeple eleştiri sınırlarını mümkün olabildiğince geniş tutmak gerekir. Bu genişlik Demokrasinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının gereğidir. Eleştiri ağır da olsa bundan yararlanılmalıdır. Tabiatıyla hakaret ve sövmeyi ayırmak da gereklidir ve eleştiride olduğu gibi karşılamak mümkün değildir. Ancak, bu ayırım açıklıkla ve netlikle yapılamıyorsa; "Şüpheden sanık yararlanır"kaidesi ile (demokrasi) ve (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) gereği, ağır da olsa eleştiri kapsamında kabul edilmelidir. Olayımızda da net ve açık kesin hakaret ve sövme yoktur. Temyiz dilekçesine yazılan sözlerin eleştiri mi, TCK. nun 486. maddesindeki savunma hakkı kapsamında mı, kaldığı yahut hakaret mi teşkil ettiği tartışıldığına göre; açıkladığımız üzere, sanık avukatın hakaret kastı ile hakaret etmediği ve bu sözlerin hakaret derecesine ulaşmadığı eleştiri ve TCK. nun 486. maddesindeki savunma hakkı kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.
PRENSİPTE: Hiç bir yerde aksine bir hüküm olmadığından MAHKEME KARARLARI tartışılmaz veya HAKİMLER ELEŞTİRİLEMEZ denilemez. Aksi takdirde demokrasiden, hukuktan bahsedilemez. Ancak eleştiri hakkı var diye, hakaret hakkı da bahşedilemez. Fakat günümüzde bu noktadaki sınırın da geniş tutulması gerektiği inkar edilemez. Mesele bunların birlikte dengede tutulabilmesidir. Modern Demokratik hukuk devleti de bunları birlikte dengeleyebilen devlettir.
21. asıra girerken modern demokratik bir hukuk devleti olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyetinde eleştirinin suç sayılmasına karşı olduğumdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum" diyerek karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkemenin sanıklardan Z. hakkında kurduğu direnme hükmünün istem gibi ONANMASINA, diğer sanık Ş. hakkında bozmaya uyularak verilen hükmün incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine, 29.9.1998 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 20.10.1998 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi."

Örneğin Erzurum'daki Avukatınız yargılama esnasında sizin tüm haklarınızı özgürce savunabilmiş ise, bu muhakeme açısından çağdaş bir seviyeye ulaşılabildiğine ilişkin bir karinedir.

T.C YARGITAY Ceza Genel Kurulu
E. 2007/ 4-105 K. 2007 / 174 Karar Tarihi: 17.07.2007
"...Bu şekilde, davada taraf olan; davalı, davacı, şahsi davacı, katılan, sanık ve savcının iddianın ve savunmanın gerektiği şekilde yapılabilmesi için belirli koşullar dahilinde bazı isnatlarda bulunabilecekleri, bunu yaparken de bazen muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri öngörülmekle, iddia ve savunmanın gerekliliği ile orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemlerin hukuka uygun sayılacağı,
Ancak, bu hakkın kullanımının bazı koşullara bağlı olduğu, bu koşulların;
a) Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı),
b) Eylemin, yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (Yer şartı),
c) Hak kullanılırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (Ölçülülük şartı),
Şeklinde sıralanabileceği,
Olayımızda şekil ve yer koşullarının varlığına karşılık üçüncü koşul olan ölçülülük şartının bulunduğundan söz edilemeyeceği,
Ölçülülük koşulu değerlendirilirken, 765 sayılı Yasanın 486. maddesinin 2. fıkrasından da bahsetmek gerektiği; 486. maddenin 2. fıkrasındaki düzenlenin; şeklinde olduğu,
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, ölçülülük koşulunda önemli olanın, eylemin yargılama konusu ile ilgili olması hususu olduğu, yani eylemin, iddia veya savunmaya katkıda bulunmasının gerektiği..."

Doç. Dr. Serhat Sinan Kocaoğlu'nun Türk Ceza Kanunu (m. 128) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı" adlı makalesinin "Sonuç" bölümünde: "“Savunma ”ya verilen önem, bir ülkede demokratik gelişmişliğin ve insan haklarına verilen değerin en önemli göstergelerinden birisidir. Ceza muhakemesi hukukunun tarihsel evriminde, savunma hakkının güvence altına alınabilmesi için süjelerin birbirlerini kontrol etmesi, denetlemesi için olduğu kadar süjeleri (özellikle savunmayı) diğerlerinin keyfi taarruzlarına karşı koruyabilmek için de çeşitli mekanizmalar yaratılmıştır. Bunlardan en başta geleni toplumsal ve bireysel savunma makamını işgal eden süjelerin yani şüpheli, sanık ve müdaafiin kendilerini rahat ifade edebilmelerinin ve iddianın tezlerine yönelik karşıtezlerinin ileri sürülmesini güvence altına alınabilmelerinin sağlanabilmesidir. Savunma dokunulmazlığı, uygulamada en çok ceza muhakemesinde savunma yapan avukatın yani müdafiin faydalandığı bir bağışıklık türüdür. Bu muafiyet ifade hürriyeti bağlamında avukat bağımsızlığının garantisidir. Bu yüzden de tüm yargı mercileri ve idari makamlar, bu hakkın (ve yetkinin) azami şekilde yerine getirilmesini sağlamalıdır." ifadeleri yer almaktadır.

*Adil Giray Çelik'in "Tarihin Yargıladığı Davalar" adlı eserini okuduğum zamanlar kitabın tamamında savunmanın dokunulmazlığının ihlal edildiği davaların kitaba konu edildiğini gördüm, sizlerin bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ederim.

 

Bize Hemen Ulaşın

Barulay Hukuk Bürosu, başta Bursa olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinde yerel hukuk bürolarıyla işbirliği halinde olduğu hukuk bürolarıyla müvekkillerine hizmet vermektedir.